Karen Page kanserini göz ardı edebilirsek Daredevil’ın 3. sezonu tatmin ediyor. Özellikle diğer Marvel/Netflix ortaklığında yapılan işlerde bir türlü dengeleyemedikleri pacing, aksiyon ve kurgu gayet başarılı. Son zamanlarda deliler gibi Daredevil tüketen biri olarak 3. sezon beklentilerimi karşıladı. Elbette bu, sezonun ‘günahsız’ olduğu anlamına gelmiyor.
Üçüncü sezonunu taze bitirdiğim diziye yönelik birkaç düşüncemi kısaca, spoiler vermeden, başlıklar halinde paylaşmak istedim. Belki sonradan detaylandırabilirim.
Allah, Kitap, Matt Murdock
Pek sevgili kör oğlanımız Matthew Murdock sert bir katolik olarak yetişmiş. İlk sezondan itibaren gözümüze sokulan ve Matt’in, yaşadığı hayat nedeniyle birçok defa kendini, yaşamı ve tanrıyı sorgulamasına neden olan bu durum üçüncü sezonda farklı bir şekilde zuhur ediyor.

Matt’i, ölümden mucizevi bir şekilde döndükten sonra yaşadıklarından ve sonuç vermeyen emeklerinden dolayı tanrıya dargın olarak buluyoruz. Bu dargınlık yarı bıkkınlık ama en çok da kızgınlıkla sıvanmış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda izleyici Matt’in olduğundan daha acımasız, daha inatçı ve daha hırslı olmasını bekliyor haliyle. Dizinin kendisi de böyle olduğunu iddia ediyor ya da sanıyor. Ancak sezon boyunca Matt Murdock’un girdiği tripler, aldığı kararlar altında ezildi. Bu da bende küçük küçük hayal kırıklıkları yarattı.
Sezon bittikten sonra o “let the devil out” şovlarının falan da ne kadar yavan olduğunu anlıyorsunuz açıkçası. Tatsız olmuş.
K-K-K-K-Kingpin şovv
İlk sezonda yüzünü gördüğümüz andan itibaren ağızımızdan salyalar aka aka izlediğimiz Wilson Fisk bu sezon da Vincent D’Onofrio beyciğimin muhteşem performansıyla arz-ı endam ederek tüylerimizi ürpertmeyi başarıyor. D’Onofrio’nun Kingpin’i, Marvel’ın açık ara üzerine en çok düşündüğü ve çok doğru kararlar aldırdığı bir kötü adam olarak TV/Sinema külliyatındaki yerini aldı, şüphesiz.

Üçüncü sezonda Kingpin’in 3 temel misyonu var;
- Özgür olmak
- Vanessa’ya kavuşmak
- Daredevil’ın hayatını cehenneme çevirmek
Fisk sezon boyunca bu 3 emelini bir nebze olsun yerine getiriyor ve karakterin bunları yerine getirmesini suçluluk dolu bir keyifle izliyorsunuz.
Ağla Karen
Karen Page karakteri bildiğimiz gibi arkadaşlar. Kendisi bir taraftan acar muhabirlik rolünü yerine getirirken boş zamanlarında sürekli ağlıyor. 1. sezondan beri bu konuda değişen bir şey yok. Üstüne bir de daha fazla Karen Page ağlaması göstermek için koca biri bölümü karakterin geçmişine harcamışlar.

Sevmedim, sevemedim bir türlü. Deborah Ann Woll olmuyor, yapamıyor sanki. İlla ağlayacak, kadının varsayılan hali bu sanırım.
Bullseye olmuş mu?
Muhtemelen birçoğunuz bu karakteri iyi tanımıyorsunuz ama çizgi romanlarda nam-ı diğer The Man Without Fear (Korkusuz) yani Daredevil’ı bile zaman zaman titretebilen tehlikeli bir karakter Bullseye.

Üçüncü sezon başlamadan önceki en büyük merakım Bullseye’a yönelikti. Zira çizgi romanlarda geçmişine dair pek bir şey bilmediğimiz, gizemli, deli ve korkunç bir suikastçı olan karakterin ana hikayeye nasıl dahil olacağı benim için büyük bir soru işaretiydi. Nitekim yazarlar alternatif bir Bullseye tercihiyle bu işi iyi kotarmışlar. Zorlu bir çocukluk dönemi geçirmiş, zihinsel birtakım sıkıntıları olan, aşırı becerikli, Benjamin Poindexter ismiyle FBI ajanı olarak karşımıza çıkıyor Bullseye. Bu arkaplan karakterin, hikayenin ana gidişatına dahil olmasını bir nebze kolaylaştırıyor.
Dövüş var mı dövüş?
Üf, hem de nasıl. Malum, ilk sezondaki meşhur koridor sahnesinden sonra bu, içinde Daredevil bulunan dövüşlerin alameti farikası oldu. Üçüncü sezonda da 11 dakikalık tek çekim bir dövüş sahnesi var ki üf, tekrar tekrar izle. Çok iyi.
İzleyelim mi?
Daredevil bir süper kahraman dizisinden daha çok bir suç dizisi oldu. Ne yalan söyleyeyim böylesi daha keyifli. Sokak seviyesi bir kahramanı ‘gerçek’ problemlerle baş etmeye çalışırken görmek birçokları gibi benim de daha çok ilgimi çekiyor. Daredevil bu dengeyi üçüncü sezonda iyi kuruyor.
Tatsızlıklar var mı? Var, ama 2 saatlik slime videosu izlemek için para verip üstüne bunu övenlerin olduğu şu tatsız günlerde elimizindekinin kıymetini bilelim, sahip çıkalım.
“Karen Page karakteri bildiğimiz gibi arkadaşlar. Kendisi bir taraftan acar muhabirlik rolünü yerine getirirken boş zamanlarında sürekli ağlıyor.”
Aynen öyle, bahtı kara napsın. 😀
Güzel bir yorum olmuş efenim emeğinize sağlık.