*Burada söz konusu ay içerisinde izlediklerim, okuduklarım ve oynadıklarım arasından sadece seçtiklerim bulunmaktadır.

Haziran ayında tükettiklerim için buraya tıklayın.

NE İZLEDİM?

Spiderman: Homecoming

Aramızda hala Tobey Maguire’ın oynadığı Spider-Man filmlerinin iyi olduğunu düşünenler varsa sizin adınıza üzüldüğümü belirtmem gerekiyor. Tom Holland bugüne kadar izlediğimiz en iyi Peter Parker, en iyi Spider-Man. Buna şüphe yok.

Batman ve Superman’den sonra belki de en popüler kahramanlardan biri Spider-Man. Öyle ki son 15 yılda yüksek bütçeli 5 filmi yapıldı. Homecoming bunların 6.sı ve çoğuna göre de en iyisi. Bana kalırsa bunun bariz sebebi filmin bu sefer Spider-Man’i gerçekten bilen, anlamış kişiler tarafından yapılmış olması. Sancılı bir süreçten sonra evine, Marvel Studios‘a geri dönen Örümcek Adam, Homecoming’de, gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz Spidey’nin ta kendisi.

Homecoming standart bir Marvel filminden çok da farklı bir şey vadetmiyor. İzleyin, eğlenin. Bir daha da yüzüne bakmaya tenezzül edeceğinizi zannetmiyorum.

Dunkirk

Sinema sanatı Dunkirk gibi filmler için var.

Nolan imzalı her şeyi tüketmeye dünden razı biri olarak film vizyona girdiği gün gittim sinemaya. Dunkirk’ün C. Nolan‘ın tarzı dışında bir film olacağı fragmanlardan az çok belliydi; ancak ben yine de bir noktada kendine has tarzının yoğunlaşacağı ve izleyiciyi bununla sarsacağı bir yapım bekliyordum. Eh, pek öyle olmadı.

Dunkirk, önceki Nolan filmlerinden alışık olduğumuz güçlü senaryo ya da ayakları yere sağlam basan bir kurguya sahip değil. Hatta Nolan, çekimlerden önce filmin oldukça az diyalog barındırmasından ötürü toplam 76 sayfadan oluşan senaryoyu kullanmamayı düşünmüş. Bu günümüzde bir sinema filminin çekimi için size aşırı bir hareket gibi gelebilir; ancak filmi izledikten sonra gördük ki Dunkirk’ün güçlü bir senaryoya ihtiyacı falan yokmuş. Nolan’ın kullandığı lineer olmayan zarif anlatısı, müzikler ve yaratılan muhteşem atmosfer izleyiciye karakter diyaloglarından, senaryo twist’lerinden çok daha fazlasını veriyor.

Dunkirk’e klasik bir ‘savaş filmi‘ gözüyle bakıp uzun çatışmalar, epik olaylar, kopan uzuvlar falan bekliyorsanız tıpkı ‘Nolan filmi‘ beklentilerinizi törpülemeniz gerektiği gibi bu tarz beklentilerinizi de bir kenara koymanız gerekiyor. Film tarihin gelmiş geçmiş en büyük askeri geri çekilme olayını 3 farklı bakıştan tüm burukluğuyla gözler önüne seriyor.

Kolostrofobi, panik atak benzeri rahatsızlıkları olanlara filmi izlerken kolaylıklar diliyorum.

George Carlin – Life Is Worth Losing

Oturup ciddi manada baştan sona bir stand-up izlemeyeli uzun zaman olmuştu. Bu ay bu işin üstadlarıyla biraz heşır neşir oldum.

Sağda solda şovlarından kısa kısa parçalar gördüğümüz George Carlin genelde ateist oluşuyla, çarpıcı tespitleri ve politik söylemleriyle bilinen bir komedyendi. Özellikle ülkemizde tuhaf bir şekilde George Carlin dediğinizde “şu ateist adam mı?” tarzında bir tepkiyle karşılaşmanız mümkün. Türkiye’de kendisinin hiçbir gösterisini izlememiş bir insan dahi şovlarında din hakkındaki görüşleri üzerinden yaptığı mizahı biliyor. Her neyse.

Offensive humor, dark humor ya da kara mizah, her ne derseniz onun babalarından olan George Carlin 2008 yılında aramızdan ayrıldı. 2005 yılında şov dünyasındaki 50. yılını kutlayan komedyenin “Life Is Worth Losing” gösterisi ise akıllarda kalan en çarpıcı eserlerinden biri oldu.

Carlin her zamanki gibi Amerikan politikasını, tüketici toplumu sert bir şekilde eleştirirken kafa açıyor, bunu yaparken de güldürmeyi ihmal etmiyor. Tamamen gülme beklentisiyle izlemeye başladığınız bir gösterinin aniden sol kroşe vurması kimilerine göre iç açıcı olmayabilir.

Carlin yaşına rağmen bu şovunda enerjisini seyirciye aktarmayı başarıyor ve izleyicisini baştan sona diri tutuyor. “Life Is Worth Losing” Carlin’in ölümünden önceki son şovu “It’s Bad For Ya!” ya göre daha eğlenceli, daha az politik bir gösteri. Bitirmeden söyleyeyim: Eğer Cem Yılmaz‘ın gösterilerinde kullandığı dili ‘aşırı‘, ‘terbiyesiz‘ falan buluyorsanız George Carlin ve Louis C.K. gibi isimlerden uzak durun. Kara mizah size göre değil.

Louis C.K. – 2017

George Carlin vs Louis C.K. tartışmalarına girmeyeceğim. Herkesin sevdiği, kendine daha yakın bulduğu bir mizah anlayışı var. Louis C.K. bana göre kara mizahın en eğlenceli, en izlenebilir, en komik temsilcisi.

2017’nin bir Netflix Comedy Special olmasından mıdır nedir, Louis bu sefer sahneye alışık olmadığımız bir şekilde takım elbiseyle çıkıyor. Bebeklere yönelik ilginç bir takıntısı olduğunu düşündüğüm komedyen sözü kürtajdan açıp ilkokul öğretmenlerine kadar getiriyor. Genelde kızları üzerinden mizah yapmayı seven Louis’in yine bunun üzerinden yaptığı “9/11 deniers” mizahı 2017 şovunun en akılda kalıcı kısımlarından. Hassas konulara gözünü kırpmadan dalan ve sözünü esirgemeyen Louis’in Carlin kadar eleştirel ve politik olmadığını söylemekte fayda var. Her ne kadar gösterilerinde zaman zaman yaptığı göndermeler salondan alkış alsa da kendisi bu tarz etkileşimleri sevmediğinden anında başka bir şakaya geçiyor ya da mevcut konuyu cıvıtmaya başlıyor.

2017 gösterisi Louis C.K.’in 2010 yılındaki “Hilarious” şovunun yanından dahi geçemez. Keyifli birkaç şaka vadetse de genel anlamda tatmin olmadığımı söylemeliyim.

Pacific Rim

Üzerine çok düşünülmeyecek, şarteli indirip izlenmesi gereken Guillermo Del Toro filmi. Sağlam para akıtılarak ($190.000.000) ortaya çıkarılan görsel efektler, robot dövüşleri, tasarımlar vs. oldukça iyi; lakin bunun dışında çok da bir albenisi yok. Tırt senaryo, vasat oyunculuk. Neticede bir blockbuster filmi olduğunun fakındayım. Dolayısıyla çok da üzerine gitmenin bir anlamı yok. Peki neden mi buraya yazıyorum? İzlemekten en keyif aldığım boş filmlerden biriydi ya. lol.

Ha bir de Idris Elba var.

Justice League: Dark

DC’nin animasyon tarafı bugüne kadar yeterince övüldü. Filmlerinin aksine animasyon dünyasında Killing Joke rezaleti dışında kötü bir işleri yok. Bunun temel sebeplerinden biri de çizgi romanlara sadık kalmalarıdır diyebiliriz.

Justice League Dark, DC evreninin daha çok sihir, büyü kısmına odaklanan bir film. Zatanna’lı, Constantine’li, Felix Faust’lu bu dünyanın Justice League ana karakterleriyle fazla bağı olmaması nedeniyle hep arka planda kaldığını söyleyebiliriz. JL Dark ile oldukça ilginç materyallere sahip bu dünya güzel bir şekilde önümüze sunuluyor.

Adında Justice League geçiyor diye ekibin tüm kahramanlarını doyasıya göreceğiniz yanılgısına kapılmayın. JL Dark’ta ana ekipten daha çok Batman‘le muhatap oluyoruz. Eh, filmin ismi ‘Dark’ olunca pek de şaşırmıyor insan. Hikaye ise Constantine merkezli ilerliyor.

DC evrenin sihirli, büyülü, acayipli dünyalarını çok da hakim olmayan biri olarak JL Dark’tan gayet keyif aldım. Batman ve çevresiyle olan diyaloğu, gif’lik sahneler vs. beni eğlendirmeyi başardı. Batman’i Kevin Conroy seslendirse her şey daha güzel olabilirdi.

Kung Fury

1985, Miami, Kung Fu, Naziler, Zaman Yolculuğu, Thor, Hitler, Slot Machine, Hackerman ve daha onlarcası. Şu yazdıklarımı peşi sıra okuyarak bile ne kadar saçma sapan bir şeyler karşı karşıya olduğunuzu tahmin ediyorsunuzdur. Kung Fury dünyanın en saçma aynı zamanda en eğlenceli kısa filmi olabilir.

2014’te bir Kickstarter projesi olarak yola çıkan film $200.000 hedefinin çok üstünde $630.000 toplayınca 2015’in Mayıs ayında piyasaya çıkarılmış kısa süre içerisinde de internet aleminde meme’leri, gif’leri yapılan bir fenomene dönüşmüştü. Şu anda Netflix’ten izleyebileceğiniz yapımı kelimelerle anlatmak zor. Birçok şeyin parodisi olan film içerisinde bulundurduğu referanslarla keyifli ama bir o kadar da saçma sapan bir deneyim vadediyor. İzleyin.

Sense8 – 2. Sezon

Niye böyle oldu? Neden kötü bitti bu kadar? Cidden.

Belli ki ortada uzun vadeli düşünülmüş bir plan, senaryo var. Bu zamana kadar ki olan bölümlerde de aceleci davranılmayıp buna göre hareket edildiği belliydi. Peki o son neydi öyle abi? Neden? Normalde 13 bölüm olarak planladığınız sezonu neden 11 bölümde birden kesip attınız? Üstelik hiçbir yere bağlamayıp birçok şeyi havada bıraktıktan sonra…

Eh, para bitti tabi. Güzelim dizi maddi sıkıntılar dolayısıyla iptal edildi, 3.sezon gelmeyecek. Tabi dizi öyle bir yerde bitti ki hayranları çıldırdı ve koydukları tepki üzerine Netflix’ten Sense8 için 2 saatlik bir final yapılacağı haberi geldi. Bu yüreklere bir nebze olsun su serpse de 2. sezonun kötü bir final yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Finalden bir önceki bölümde bu kadar yükselmişken aceleye geldiği kabak gibi ortada olan final bölümü ağızda çok kötü tat bıraktı. Tüm bir sezonu final bölümü için çöpe atmak istemiyorum ama bu tarz kompleks dizilerde ortada dolanan materyali mantıklı bir sonuca bağlamak hiç olmadığı kadar önem taşıyor. İlk sezonda merak ettiğimiz birçok şey bu sezon cevaplansa da sezonun kendi içinde getirdiği birtakım sorular havada kalıyor ya da geçiştiriliyor. Kimi detaylara takılıp canımı iyice sıkmak istemiyorum. Üzdün Sense8. Umarım final bölümü tüm bunları unutturacak mükemmellikte olur da seni iyi hatırlarız.

NE OKUDUM?

Görünmez Adam

Görünmez olmak. Kulağa harika geliyor değil mi? “Bilim kurgunun Shakespeare’iH.G. Wells bu harika yeteneğin pek de harika olmayan taraflarını ele alıyor kitabında. Bir deney sonucu görünmez hale gelen kahramanımızın tuhaf hikayesini ve çektiği çileleri ele alan Görünmez Adam, kolay hazmedilebilen eğlencelik bir kitap. Günümüzde konusu her ne kadar klişe gibi gelse de H.G. Wells çağına göre sonra derece tutarlı ve mantık çerçevesinden sapmayarak başarılı bir iş ortaya koymuş.

Görünmez Adam sade anlatı diline sahip akıcı bir kitap. Bilim kurgu klasikleri arasında çoktan yerini ayırtmış olan bu eseri okurken insan yapısının ne kadar kötücül olabildiğine de şahit olacaksınız.

NE OYNADIM?

Faster Than Light

Uzay gemisi ve mürettebatınızı yönetip galakside çeşitli maceralara atılabilidiğiniz, rogue-like, strateji, bilim kurgu seven herkesin mutlaka oynaması gereken bir oyun FTL. Steam yaz indirimlerinde almıştım. Henüz başına oturup fütursuzca saatlerimi tüketmedim, şimdilik seviyeli bir ilişkimiz var.